28 Kasım 2011 Pazartesi

Bir Tutam Savaş.

Gözlerinden anlaşılıyordu ne kadar yorgun olduğu. Sanki savaştan çıkmış gibi ürkek ve çekingendi göz kırpışları bile… O da haklıydı aslında. Savaştan çıkmıştı. Kim bilir hangi cephede kaç düşmana karşı durmuştu aşkını koruyabilmek için.

Bir an duraksayıp ne işim var dercesine baktı suratıma. Ne yapıyordum ben burada? Ne işim vardı? Yaralarımı saracak şefkat gösterecek bir bedene mi ihtiyacım vardı diye sorguladı cevabını bildiği halde. Evet, aslında ihtiyacı olan bir duraktı. Fırtınalarda sığınacak bir liman, savaştan kaçabileceği bir sığınaktı belki de…

Kararsızsa konuştu. Ağzından birçok kelime yerine birkaç kelime çıktı. Sözcüklerini bile tasarruflu kullanıyordu. Alışmıştı ne de olsa savaşlardan… Sonucunda kaybedeceğini bile bile… Bir an duraksayıp özelini açmaya kalktı. Kararsızca soru işaretleri beliriverdi. Çaktırmadı… Kırık bir gülümsemeyle kapatmaya çalıştı…

Ruhuna yağan yağmurlardan belli ki üşüyordu. Ruhu titriyordu. Gözbebeklerinde çaresizlik barındırıyordu. Perdeler çekmişti karartma günlerindeki gibi. Aslına o da farkındaydı karanlığın sonsuza kadar gidemeyeceğinin. Şizofrence sarıldı ona. Gönlüne güneş doğması umuduyla.

Öpüşürken bile tereddütlüydü. Dudakları titriyordu. Dili ağzımdayken bile kararsızdı. Boynumda arıyordu o güven kokusunu. Binlerce kez bıçaklanmanın verdiği korkuyla sırtını bile dönmemişti henüz. Dokunuşlarda tedirgin gözlerime bakmasında kararsız beklide umutsuzdu.

Onu unutacak kadar vakti yokken nerden gelmişti bu hikâye önüne… İstediği halde çeviremezdi ki sayfaları… Dermanı yoktu sanırım ya da hala kulaklarındaydı sessiz silah sesleri.

Gözlerimle tüm gün köşe kapmaca oynamıştı. Evde bakmadığı yer kalmadı. Gözbebeklerini henüz bir yere konduramamıştı. Nereye uçacağını bilmeyen kuşlar gibi geziyordu odanın içerisinde.

Dipsiz kuyudaydı adeta… Sonunda yine savaşa düşecekti. Aklında bunlar vardı ki mesafeliydi dizlerime yattığında bile. Sarılması yarımdı. Bir eli diğerine kavuşamadı tıpkı yüreğimin yüreğine kavuşamadığı gibi. Tıpkı sözü bitmemiş bir şiirin verdiği burukluk gibi. Tıpkı O gibi. Tıpkı ben gibi…

Her cebinde bir anısı vardı. Sigara yerine onları yakıp içti tüm gece. Bedenini anılara bıraktı. Anılarla intihar etmeye kalktı. Anılarla ölmeye… Devam edemez gibi geliyordu hayat ona. Kendine bir şans vermiyordu. O yüzden tüm sahteliğini bırakmıştı zaten dakikalar evvel yatakta…

İçine girebilir miyim diyordu sessizce. Sığınacak liman aradığı zaten besbelliydi. Gözlerinden yaş yerine aşk akıyordu. Düş yerine düşman olmuştu yarına. Yar yerine kar yağıyordu benliğine. O yerine başkası yaşıyordu hayatını..

Öznesi belli olmayan üçüncü şahıs cümleleri vardı tekerleme niyetine dilinde. Ne yapsa mazi kokuyordu hala buram buram. Ter yerine acı çıkıyordu bedeninden. Kan yerine hüzün dolaşıyordu damarlarında. Ben yerine O vardı sanki… Kendi hayatını bile üçüncü şahıslara adamıştı.
Annem vardı diyebildi bir de kardeşim… Çok parlak bir geçmişim olmadı derken bir sigara daha yaktı. Hafif gülümsedi. Gülümserken bile hüzün aktı gözlerinden.

Benliğimde sanki bir yer açıldı. Gel burası huzurlu diyesim geldi serdeki erkekliğe aldırmadan. Tek kelime… Gel… Bir daha gitme…

Gülle gibiydi savaşmaktan yorulmuş ruhu… Üstelik birkaç yarası ve kurşun sıyrıkları da vardı. Kanıyordu içten içe ama yine de o kırık gülümsemesini yapıştırmıştı yüzüne… “ama ben…” Diye cümleye başlayacakken her seferinde yeniden vazgeçişlerini gördüm dilinde. O cümleleri yutuşlarını.

Canı acıyordu belli ki. Çaktıramıyordu o da.

Gülümsedi yeniden aynı ifade ile. Sadece dokundum. Sessizce… Pürüzsüz yağlı bir teni vardı. Çelimsiz bacakları, incecik parmakları savaştan yorulmuş gözleri. Tanrının elinden çıkmış ama yarım kalmış bir hikâye gibiydi. Tamamlanması gereken ama tamamlanmayan. Noktasını arayan, yüklemi eksik…



18 Kasım 2011 Cuma

Kaçamıyorum.

İçindeyim artık dedi kısık bir sesle… Hiç çıkmamacasına… Canım yanıyordu buna rağmen sesimi çıkartamadım. Derin bir nefes verebildim sadece… “Evet” dedi, “Sende hissediyorsun”… git geller hızlandıkça daha çok canım yanıyordu ama ses edemiyordum. Bende haz duyuyordum sanırım bundan.
Boğuk bir sesle “Yeter!” diyebildim sadece… “Yeter!!!”… Duymamış olacak ki kendi duygularını tatmin etmeden çıkmaya niyeti yok gibiydi içimden. “Git artık” dedim duymadı. “Canımı yaktın” dedim umursamadı…
Duygularımın altında kalmış eziliyordum. Canım yanıyor, gözlerimden yaşlar geliyordu fakat ben ne onu, ne de gözlerimden akan yaşı, aslında içimdeki “O” büyük acıyı durduramıyordum. Belki ben de durmasını istemiyordum gizliden gizliye. Belki bunu kendime bile itiraf edemezken haz veriyordu bu acı bana da. İçimdeki narsist uyanmıştı belki de…
Çıkmalıydı artık kalbimden… Bu gitgellere dayanamıyordum. İçimdeydi evet! Kalbimin en derinlerine girebilmeyi başarmıştı sonunda  ve üzerimde bıraktığı acının da farkındaydı… Sanırım o da haz duyuyordu bu sadistlikten…
“Gitmeliyim artık” dedim … Yolun sonu.
Kalbime daha fazla zarar verdiremezdim. “Nereye” diyebildi sadece…” Nereye gidiyorsun? Daha...“ Sözünü bile bitiremeden kalktım. Ayaklarımın üzerinde duramıyordum. O birkaç saatte yaşadığım acı bacaklarımdaki bütün gücü bedenimdeki tüm enerjiyi çekip almıştı sanki…Halim kalmamıştı… Olduğu yere yığıldı bedenim.
Tek hissedebildiğim terli bedeni, hafif yaşlı gözleri ve hala ben kokan dudaklarıydı. Eli ise çıkmak istemediği kalbimin üzerindeydi. “Çok güzeldi “ dedi kısık sesiyle. “Gitme! Kal! “
Susabildim sadece… Gözlerimle onayladım gözlerini. Kalıyordum... Kalbimin tecavüzüne göz yumarak. Anlamsız şarkılar mırıldandı. Bizi anlatmış dediğine göre… Sigaradan pas kokmuş ellerini gezdirdi yüzümde… Koca bir tebessüm belirdi dudaklarında. Sararmış dişlerini görebiliyordum. Kısık gözlerini hafif ince dudaklarını. Geriye taradığı kıvırcık saçlarını.
“Soyunmak istiyorum” dedi yine aynı tonda… Çıplak ve ürkek bedenini görebiliyordum. Tam karşımdaydı. Kim bilir kaç kişi dokunmuştu benden önce. Ya o kim bilir kaç kişinin kalbine tecavüz etmişti? Beynimde ki soru kargaşasından bir anlık dokunuşuyla uyandım. Ben çıplaktım. Tüm benliğimle çırılçıplak önündeydim. Sanki ciğerlerim çıkacaktı ağzımdan heyecandan.
Çok soğuk olmalı ki içerisi hafif bir ürperti kapladı içimi. Ruhum diken diken olmuştu. Sakin ol dedi… Zaman ve mekan kavramını yitirmiş deli gibi koşuyordu ruhum bedenimin bahçelerinde başına geleceklerden habersiz….
Bu kez kısık tonla “hazır mısın?” dedi. Ben orda değildim ki! Onaylamış olmalıyım ki git gellere devam etti. Bu sefer tam içimdeydi! Evet hissedebiliyorum! “Evet “diyordu naralar atarak! İşte bu! En son kalbimin üstüne yığıldı. Çekik gözleriyle bana bakıyordu gülümseyerek.
“Aşık olmak yok” diyordu saçmalarcasına… Demin tecavüz ettiği kalbe hemde… Sigara yakıp bana uzattı. Kalbimin her yerinde onun parçaları vardı. Dilinden dökülen kelimeler saçılmıştı kalbimin heryerine…
İstediğim tek şey duş almaktı. Senden, teninden, kelimelerinden arınmak… Vücudumda,kalbimde bıraktığın lekeyi, kokunu temizlemek  istiyordum, dokunuşlarından kaçmak istiyordum … Ama Gidemiyordum. Boşluktaydım…. Ana rahminde bir bebek gibi savunmasız, kıvrılmış düşüyorum sadece…


17 Kasım 2011 Perşembe

Kendimden Geriye.

Herkesi özendirecek kadar  koskocaman eğlenceli yada büyüleyici bir hayatım yok ki…  Ara sıra terkettiğim ama hasretine dayanamayıp tekrar elime alıp dudaklarımda sonlandırdığım bir sigaram bir de sahip olduğum karamsar yanım var derinliklerde…
Rolling in the deep şarkısını bile zamanlar snra dinleyebildim o kadar yani…. Derinliklere inmek zor ve meşakkatlidir bende… Everest var içimde içe doğru…. İnmek zor çıkmak imkansız gibi…
Orası sanırım benim geri dönüşümsüz alanım… Atıyorsun ve umudunu kesiyorsun. Atıyorsun ve arkana bakmıyorsun. Atıyorsun ve unutuyorsun. Atıyorsun ve kaybediyosun belkide…
Bir amacım olmadı bu hayatta benim. Mutluluğumu yada mutsuzluğumu da çingeneler gbi yaşadım. Bugün bulduysam bugün harcadım. Ertesi günü düşünmedim içlerimde,derinliklerimde… Kimseye sahip olmaya çalışmadım aitlik hele düşünmedim.
Sadece dokunuşlarımda can bulmak için koşuşturdum. Teninin derin vadilerinde uçurtmalar uçurdum gözlerine. Dudaklarından kayıp göğsüne düştüm. Kirpiklerinde saklanıp sol tarafında sobelendim. Hep kendim oldum.
Sigaramı tutuşumda öldüm. Kadehimde gözlerini sununca can buldum. Yani öldüm dirildim. Yani uyudum uyandım. Yani bir yandım bir söndüm. Yani bir ben oldum bir yok oldum.
Dizlerinde uyudum sırtında uyandım. Kasıklarında can buldum bedeninde öldüm. Sırtını döndün nefesim kesildi yüzünü döndün ben oldum. Yani bir yarattın bir yokettin.
Aşık olmadım. Kısa ve öz. Ben oldum sadece. Bir ben oldum bir de sen. Diğer tekil yada çoğul şahısları sildim. Unuttum dilimi. Yuttum. Baktım. Gördüm. Ve gittim… sadece ve öylece gittim… Nerelere mi? Cevabı yok…
Kayboldum… Sanırım hala kasıklarındayım yada hayır çoktan yukarlarda olmalıyım. Ellerinde yada saç diblerinde. Bilmiyorum neredeyim. Kalp atışlarını duyabiliyorum sanırım boynundayım yada kulak memelerinde takılı kaldım.
Son hatırladığım “nefes ver seni içime çekeceğim” demendi. Belkide gizlice sızdım damarlarındayım. Belkide kalbin beni pompalıyordur kan yerine. Beyninde yada parmak uçlarındayımdır. Fırtına sesi var gbi. Galiba ciğerlerindeyim. Ne kadar güçlü nefesin var… Yada gizlediğin fırtınalar mı bunlar içinde kopan? İlerde bir çocuk var. Çökmüş oturuyor. Ses vermiyor inatla. Onu ne zaman öldürdün?
Giderek daha da karanlıklaşıyor burası… Orada kimse var mı?!! Duyan?!

11 Kasım 2011 Cuma

Sahipsiz Mektup.

Uzun zamandan sonra kendime ya da hayallerime yer verip günah çıkartmaktır amacım… Tamamen zararsızım bu yazımda. Zararım kendime her ne kadar göremeseniz de..
               
                Hani kimi zaman yalnızlıktan bunalıp etrafındaki gölgeciklerle avunursun ya öyle bir şey yaptığım sanırım. Hani sevişmezsin aynı yatakta yatırsında… Sadece dokunursun. Dokunarak var olursun ve aynı zamanda yok olursun. Binlerce parçaya bölünürsün karşındaki gözlerinin içine bakarken. Sen misin? Yoksa sen ben misin? Bilemezsin ki? Anlamsızlıklarında anlam ararken daha da bi anlamsızlaşırsın…

                Koklayarak öpersin ya hani. Sanki derin bi nefes çekercesine sigarandan. Ciğerlerine duman yerine o dolar. Heyecanını koklarsın, gözyaşlarını koklarsın, korkularını koklarsın… Belki de kendini koklarsın farkına varmadan. Boğuk bir “ah” çıkar belki ağzından kontrolsüzce. Bu zevkten değil içindeki acının sana verdiği hissin dile gelmiş halidir.

                Ne düşünüyor acaba sevişirken insanlar? Neden öpüşürlerken gözlerini açmıyorlar? Doğuştan mıdır bu? Açarlarsa utanıyorlar mı? Ya da sadakatsizce mi oluyor? Neden aydınlıkta sevişemiyor insanlar? Bedenlerinden mi tiksiniyorlar onca el değdiği için yada alışamadılar mı hala onlarla yaşamaya? Neden sohbet etmiyor insanlar sevişirken? Neden hayvan olduklarını o vakit anlıyorlar? Pençelerini geçiriveriyorlar kalbine kalbine?

                Neden dokunarak sevişmiyoruz ki? Düşüncelerimiz ile orgazma ulaşamıyoruz? İlla ki iki bedenin yek pare olması mı gerekli? İlla ki terlememiz mi gerekli? Karşılıklı oturarak boşalmasını istiyorum duygularımın. Kelimelerimi kelimelerinle seviştirmek istiyorum. Omzuna dokunmak istiyorum sadece. Dudaklarına göz kapaklarına burnuna… Sadece kalbine dokunmalıyım yada! Evet evet tam oraya… Senliğine. Kendini hapsettiğin senliğine dokunmalıyım.

                “Gel gör beni aşk neyledi” derken kalbimi açıp göstermek isterim.  Tam orasını boydan boya kesmeni isterim. İyi bir yatak yerine! Acı çektirmeni isterim kalbimi alırken. Fotoğraflarımı çekmeni isterim ruhumun en mahrem yerlerini… kanamasını isterim dudaklarımdan “sen” ile başlayan cümlelerim dökülürken. Sen olmak isterim benliğimde. Ben zaten bendeyim yıllardır. “sen”im eksik biraz. Senliliğim eksik benliliğimde…  Git hadi asıl şimdi başlıyor asıl maceramız… Zaten öyle olmaz mı hep hikayelerde… Biri gider diğeri kalır ve asıl hikaye o zaman başlar…