15 Aralık 2011 Perşembe

Özledim.

Bugün günlerden “Özlem” miş… Takvimden baktım. Hafızam sende kalmış olmalı ki günlerin ucunu kaçırdım. Bilirsin zaten bir gitti mi zor yakalıyorsun bir daha…
Dün gece yatakta kendimi düşünürken yakaladım uzun zaman sonra. Ya düşünüyordum kendime çaktırmıyordum ya da işime gelmiyordu algılamak. Günah çıkartırcasına düşünüyordum hem de. Özleyerek düşünüyordum. Anarak düşünüyordum. Gözlerimi açmadan sımsıkı düşünüyordum. Gözlerimi açtığımda kaybolacaksın zannediyordum galiba. Yada bir yerlere gideceğini zifiri karanlıkta.
Hani kibrit kutusundan bir çöp çıkartır yakarasında diğer kardeşleri üzülüp ağlarlar ama sana çaktırmadan sırasının gelmesini beklerler. Kutu kapandığındaysa hele ki birde yanan çöpü içerisine koyduysan ona sarılıp ağlarlar hem de usul usul. Neden yanmaz sanırsın bazen kibritler? Nemlenirler gözyaşlarıyla.
Yada kapağı çıkarılan kalemler neden sürekli masadan düşer bilir misin? Kapaklarını özledikleri için. Onsuz eksiktirler ve elinden gelen en güzel intiharı yaparlar. Belki de ilgi çekerler alırsın kapağını takıp yerine koyarsın. Ya diş fırçalarının macuna olan aşkını bilir misin? Onunla köpürüp coşmasını? Ya klavyenin Mouse olan aşkını? Yada gözlerimin gözlerine olan özlemini anlatmama gerek var mı?
Yıllar evvel bana alınan oyuncak ayımı kaybettiğim gün ki gibi özledim. Çocukluğum gibi özledim. Benliğim gibi özledim. Yokluğum gibi özledim. Emziğimi sobaya attığım gün ki gibi özledim kimselere çaktırmasam da
Hayret ki ruhumun derinliklerinde sakladığım bir şey yok. İçimdeki neyse dilimde ki de o bu aralar. Yada tam tersi.
Amy Winehouse’un “Wake Up Alone” şarkısı gibiyim sanki. Kırık ufak tefek nefret dolu ne yapacağını bilemez hüzünlü tanımsız sessiz çığlıklarla dolu. “He swims in my eyes by the bed” derken bile şarkıda gözlerimi kapatıyorum yüzdüğün özlem denizin dalgalanmasın diye.
Beş harflik bir kelime şu aralar baş tacım. Evimin en güzel köşesinde yeri. En güzel tabloma baktığımda o var. Yatağa girdiğimde onunla sevişiyorum. Onun üzerine cümleler kurup onunla orgazm oluyorum. Boşaltıyorum içerimdeki seni… Onun dudaklarını öpüp ona aşk cümleleri kuruyorum.  
Aslolan ne biliyor musun? Aslolan sensin aslolan özlemin aslolan çekik gözlerin aslolan incecik öpmeye kıyamadığım dudakların aslolan kısacık saçların… Aslolan senin toplamın… 
Ve biliyorum ki yarın yine sensizliğe özlem dolu bir gün bekler beni. Ve yine biliyorum ki yarın günlerden yine “Özlem…” yine aynı hüzün dolu yine aynı tantana…

Kaç Kere Kaç.

Siyah beyaz filmler gibiyim bu aralar… Dalga dalga atlayan görüntülerle kaplı… Hafif cızırtılı az karıncalı birazda bulanık. Sesler yarım yamalak, nostaljik…
Arkada Edith Piaf sarkıları dönüyor sanki hissediyorum…  Usul ve narin bir şekilde fısıldıyor adeta kulağıma… “Quand il me prend dans ses bras ,Il me parle tout bas,Je vois la vie en rose dalıp gidiyorum usulca hayallere….
Söylediği gbi pembe hayat varmıydı ki? Pembenin her tonu olabilecek. Tıpkı kendi sesi gibi naif, kırılgan ama bir o kadarda kararlı bir hayat?
Kolay mıydı ki o kadar istediğin hayata dönmek derken tokat gbi çarpıyordu sözlerini suratıma…
Cest toi pour moi, moi pour lui dans la vie, Il me la dit, la juré pour la vie…
Gerçekten öylemiydi… Hayatta benim için o,onun için ben diye yeminler varmıydı?
Tüm aşklar Fransızca yaşanınca mı değerliydi yada daha romantik? Yada aşkın bir dili varmıydı? Aşıkken Fransızca bilmesen bile aşk şarkılarını anlayabiliyormuyduk? Anlayamıyorsak neden dalıp gidiyorduk O “Et dès que je l'aperçois Alors je sens en moi” diyince?
Komplike hayatlardan kurtulup evrensel bir dilmiydi aşk? Yada bir pastanın dilimi? Yada bir elmanın çekirdeği veya portakalın kabuğu?
Neden bir kefeye koymak bir sınıfa sokmak zorundaydık ki bunu? Özgür bırakmayıpta her seferinde kalbimize mi hapsetmek zorundaydık ki? Kuş kafes hikâyesindeki gibi…
Özlediysek neden sitem mesajları yerine aşk destanları yazmadık? Yoksa artık onlarda mı klişeleşti tarihin tozlu raflarında? Artık trend bumuydu? İki gün oynaş savur aşk dilindeki tüm kelimeleri sonra çek git. Kayıp…
Bir bedende kaç kişilik ruha yer vardı? 2-3-5? Kaç tane yüze yer vardı dimağda? Severek bakabileceğin, içini titretecek, dokunmaya kıyamayacağın bir yüz?
Cebindeki kelimeleri umarsızca savuracağın kaç benlik vardı? Aşk şarkıları fısıldayabileceğin kaç kulak yada? Girip çıkabileceğin içini hunharca dağıtıp gidebileceğin kaç kalp? Kadehinden şarap içebileceğin kaç dudak? Derinlerine bakıp kaybolacağın kaç gözbebeği? Kendini görebileceğin kaç beden vardı ki?
Sırtını düşünmeden dönebileceğin, zehirli sarmaşık gibi değilde şefkat dolu bir göğüsle yatabileceğin kaç vücut? Okşayabileceğin kaç tel saç vardı ki?
Tutup gezebileceğin kaç el yada yaslanıp ağlayabileceğin kaç omuz vardı ki geriye kalan? Ne kadar yaşam vardı aslında gezilmeye değer?
Boşver sen kulak ver şarkıma…                                                                         
Et dès que je l’aperçois. Alors je sens en moi. Mon coeur qui bat. Des nuits d'amour à plus finir. Un grand bonheur qui prend sa place. Les ennuis, les chagrins s’effacent. Heureux, heureux à en mourir
**Fransızca kısımlar Edith Piaf-La Vie En Rose şarkısından alıntıdır…

1 Aralık 2011 Perşembe

Zamanın Ötesinde Birine.

Bugün günlerden yine “Sen” sin… Ne Çarşambanın gidişi umurumda ne de davul zurna ile gelen Cumartesi… 
Kim bilir bunu sana ne zaman vereceğim okuman için.  Sanırım yeterli cesareti ne zaman bulursam kendi içimde o zaman. Devrik cümlelerim olacak yine totalinde. Can Yücel tarafım kabaracak kimi zamansa. Ama içeriği hep sen olacak biliyorum taaa en başından.
Yaralı kalbine kırılmış ruhuna merhem olacağım belki tamamlanmamış dokunuşlarımla kendi yaralarımı unutup. Yine kaçak bakışlar atacağım gözlerine utanarak… Utandığım zaman kıpkırmızı oluyorum ama insanlar hala benim gibi birinin nasıl olurda utanabilir olduğuma inanamıyorlar zaman zaman. Sanırım yüzüme taktığım yüzlerce maskelere alışkın olduklarından.
Belki bir ilişkiye hazır değilsin ya da istemiyorsun. Korkma durumumuz farklı değil. Bende henüz emin değilim. Aynı taraftayız yani kantarda. Tek hissettiğim bir şey var o da seni gerçekten yanımda istemem.  Gördüğüm en son yüz senin olsun gece yatarken uyandığımda gördüğüm ise yine senin yüzün. Sen bakmasan da olur. Uyuyabilirsin yani J
Romantizm falan sağlama bana. Sadece yanımda dur. Maç izleyelim sohbet edelim sarhoş olalım sevişelim duş alalım birlikte.
Ruhlarımız sevişsin biz uyurken. Gözlerimiz öpüşsün birbirimize bakarken. Dokunmasak da olur birbirimize. Aynaya baktığımda sen belir zaman zaman. Ben duş alırken sen tıraş ol yanımda. Köpük savaşı yapalım evde sonra da ortalığı temizleyelim yine birlikte.
Sokakta el ele yürüyelim. Sen elini çek ben yakalayayım. Sen ağla ben sana mendil vereyim sen gül ben gülistan olayım. Sen sen ol ben zaten karışırım sana. Camlara taş atıp kaçalım balkonda yıldızları sayalım. Şarap içelim yine birlikte. Ardından tatlı yiyelim kusalım. Ama sen ol kendin ol. Maskelerini kalkanlarını bir yerde bırak.
Sigara saralım. Evin içinde dans edelim. Varsın sevgili olmasın adımız. Biz olsun. Sen olsun ya da. En yakışanı bu olur galiba.
Farklı dünyalarda yaşamayalım. Gezegenlerimiz olmasın. Yörüngesinden çıkan göktaşları uğramasın ülkemize. Milletimiz bayrağımız dinimiz dilimiz olmasın. Sen ol sadece. Ben uyarım sana. 
Kapıları kapatmayalım hiç. Varsın buz kessin evimiz. Sarılarak donalım Ayrı ayrı üşümektense.  Farklı gözyaşlarımız olacağına bir aksın gözlerimiz. Bir sen ağla ben beş ağlarım.
Farkındalığımız ve farklılığımız olsun boy boy. Koşuştursunlar bahçede.
Her şeyi boş ver… Dediğim gibi sen ol. Ben her şekilde karışırım sana. İster buz ol isterse buhar….

28 Kasım 2011 Pazartesi

Bir Tutam Savaş.

Gözlerinden anlaşılıyordu ne kadar yorgun olduğu. Sanki savaştan çıkmış gibi ürkek ve çekingendi göz kırpışları bile… O da haklıydı aslında. Savaştan çıkmıştı. Kim bilir hangi cephede kaç düşmana karşı durmuştu aşkını koruyabilmek için.

Bir an duraksayıp ne işim var dercesine baktı suratıma. Ne yapıyordum ben burada? Ne işim vardı? Yaralarımı saracak şefkat gösterecek bir bedene mi ihtiyacım vardı diye sorguladı cevabını bildiği halde. Evet, aslında ihtiyacı olan bir duraktı. Fırtınalarda sığınacak bir liman, savaştan kaçabileceği bir sığınaktı belki de…

Kararsızsa konuştu. Ağzından birçok kelime yerine birkaç kelime çıktı. Sözcüklerini bile tasarruflu kullanıyordu. Alışmıştı ne de olsa savaşlardan… Sonucunda kaybedeceğini bile bile… Bir an duraksayıp özelini açmaya kalktı. Kararsızca soru işaretleri beliriverdi. Çaktırmadı… Kırık bir gülümsemeyle kapatmaya çalıştı…

Ruhuna yağan yağmurlardan belli ki üşüyordu. Ruhu titriyordu. Gözbebeklerinde çaresizlik barındırıyordu. Perdeler çekmişti karartma günlerindeki gibi. Aslına o da farkındaydı karanlığın sonsuza kadar gidemeyeceğinin. Şizofrence sarıldı ona. Gönlüne güneş doğması umuduyla.

Öpüşürken bile tereddütlüydü. Dudakları titriyordu. Dili ağzımdayken bile kararsızdı. Boynumda arıyordu o güven kokusunu. Binlerce kez bıçaklanmanın verdiği korkuyla sırtını bile dönmemişti henüz. Dokunuşlarda tedirgin gözlerime bakmasında kararsız beklide umutsuzdu.

Onu unutacak kadar vakti yokken nerden gelmişti bu hikâye önüne… İstediği halde çeviremezdi ki sayfaları… Dermanı yoktu sanırım ya da hala kulaklarındaydı sessiz silah sesleri.

Gözlerimle tüm gün köşe kapmaca oynamıştı. Evde bakmadığı yer kalmadı. Gözbebeklerini henüz bir yere konduramamıştı. Nereye uçacağını bilmeyen kuşlar gibi geziyordu odanın içerisinde.

Dipsiz kuyudaydı adeta… Sonunda yine savaşa düşecekti. Aklında bunlar vardı ki mesafeliydi dizlerime yattığında bile. Sarılması yarımdı. Bir eli diğerine kavuşamadı tıpkı yüreğimin yüreğine kavuşamadığı gibi. Tıpkı sözü bitmemiş bir şiirin verdiği burukluk gibi. Tıpkı O gibi. Tıpkı ben gibi…

Her cebinde bir anısı vardı. Sigara yerine onları yakıp içti tüm gece. Bedenini anılara bıraktı. Anılarla intihar etmeye kalktı. Anılarla ölmeye… Devam edemez gibi geliyordu hayat ona. Kendine bir şans vermiyordu. O yüzden tüm sahteliğini bırakmıştı zaten dakikalar evvel yatakta…

İçine girebilir miyim diyordu sessizce. Sığınacak liman aradığı zaten besbelliydi. Gözlerinden yaş yerine aşk akıyordu. Düş yerine düşman olmuştu yarına. Yar yerine kar yağıyordu benliğine. O yerine başkası yaşıyordu hayatını..

Öznesi belli olmayan üçüncü şahıs cümleleri vardı tekerleme niyetine dilinde. Ne yapsa mazi kokuyordu hala buram buram. Ter yerine acı çıkıyordu bedeninden. Kan yerine hüzün dolaşıyordu damarlarında. Ben yerine O vardı sanki… Kendi hayatını bile üçüncü şahıslara adamıştı.
Annem vardı diyebildi bir de kardeşim… Çok parlak bir geçmişim olmadı derken bir sigara daha yaktı. Hafif gülümsedi. Gülümserken bile hüzün aktı gözlerinden.

Benliğimde sanki bir yer açıldı. Gel burası huzurlu diyesim geldi serdeki erkekliğe aldırmadan. Tek kelime… Gel… Bir daha gitme…

Gülle gibiydi savaşmaktan yorulmuş ruhu… Üstelik birkaç yarası ve kurşun sıyrıkları da vardı. Kanıyordu içten içe ama yine de o kırık gülümsemesini yapıştırmıştı yüzüne… “ama ben…” Diye cümleye başlayacakken her seferinde yeniden vazgeçişlerini gördüm dilinde. O cümleleri yutuşlarını.

Canı acıyordu belli ki. Çaktıramıyordu o da.

Gülümsedi yeniden aynı ifade ile. Sadece dokundum. Sessizce… Pürüzsüz yağlı bir teni vardı. Çelimsiz bacakları, incecik parmakları savaştan yorulmuş gözleri. Tanrının elinden çıkmış ama yarım kalmış bir hikâye gibiydi. Tamamlanması gereken ama tamamlanmayan. Noktasını arayan, yüklemi eksik…



18 Kasım 2011 Cuma

Kaçamıyorum.

İçindeyim artık dedi kısık bir sesle… Hiç çıkmamacasına… Canım yanıyordu buna rağmen sesimi çıkartamadım. Derin bir nefes verebildim sadece… “Evet” dedi, “Sende hissediyorsun”… git geller hızlandıkça daha çok canım yanıyordu ama ses edemiyordum. Bende haz duyuyordum sanırım bundan.
Boğuk bir sesle “Yeter!” diyebildim sadece… “Yeter!!!”… Duymamış olacak ki kendi duygularını tatmin etmeden çıkmaya niyeti yok gibiydi içimden. “Git artık” dedim duymadı. “Canımı yaktın” dedim umursamadı…
Duygularımın altında kalmış eziliyordum. Canım yanıyor, gözlerimden yaşlar geliyordu fakat ben ne onu, ne de gözlerimden akan yaşı, aslında içimdeki “O” büyük acıyı durduramıyordum. Belki ben de durmasını istemiyordum gizliden gizliye. Belki bunu kendime bile itiraf edemezken haz veriyordu bu acı bana da. İçimdeki narsist uyanmıştı belki de…
Çıkmalıydı artık kalbimden… Bu gitgellere dayanamıyordum. İçimdeydi evet! Kalbimin en derinlerine girebilmeyi başarmıştı sonunda  ve üzerimde bıraktığı acının da farkındaydı… Sanırım o da haz duyuyordu bu sadistlikten…
“Gitmeliyim artık” dedim … Yolun sonu.
Kalbime daha fazla zarar verdiremezdim. “Nereye” diyebildi sadece…” Nereye gidiyorsun? Daha...“ Sözünü bile bitiremeden kalktım. Ayaklarımın üzerinde duramıyordum. O birkaç saatte yaşadığım acı bacaklarımdaki bütün gücü bedenimdeki tüm enerjiyi çekip almıştı sanki…Halim kalmamıştı… Olduğu yere yığıldı bedenim.
Tek hissedebildiğim terli bedeni, hafif yaşlı gözleri ve hala ben kokan dudaklarıydı. Eli ise çıkmak istemediği kalbimin üzerindeydi. “Çok güzeldi “ dedi kısık sesiyle. “Gitme! Kal! “
Susabildim sadece… Gözlerimle onayladım gözlerini. Kalıyordum... Kalbimin tecavüzüne göz yumarak. Anlamsız şarkılar mırıldandı. Bizi anlatmış dediğine göre… Sigaradan pas kokmuş ellerini gezdirdi yüzümde… Koca bir tebessüm belirdi dudaklarında. Sararmış dişlerini görebiliyordum. Kısık gözlerini hafif ince dudaklarını. Geriye taradığı kıvırcık saçlarını.
“Soyunmak istiyorum” dedi yine aynı tonda… Çıplak ve ürkek bedenini görebiliyordum. Tam karşımdaydı. Kim bilir kaç kişi dokunmuştu benden önce. Ya o kim bilir kaç kişinin kalbine tecavüz etmişti? Beynimde ki soru kargaşasından bir anlık dokunuşuyla uyandım. Ben çıplaktım. Tüm benliğimle çırılçıplak önündeydim. Sanki ciğerlerim çıkacaktı ağzımdan heyecandan.
Çok soğuk olmalı ki içerisi hafif bir ürperti kapladı içimi. Ruhum diken diken olmuştu. Sakin ol dedi… Zaman ve mekan kavramını yitirmiş deli gibi koşuyordu ruhum bedenimin bahçelerinde başına geleceklerden habersiz….
Bu kez kısık tonla “hazır mısın?” dedi. Ben orda değildim ki! Onaylamış olmalıyım ki git gellere devam etti. Bu sefer tam içimdeydi! Evet hissedebiliyorum! “Evet “diyordu naralar atarak! İşte bu! En son kalbimin üstüne yığıldı. Çekik gözleriyle bana bakıyordu gülümseyerek.
“Aşık olmak yok” diyordu saçmalarcasına… Demin tecavüz ettiği kalbe hemde… Sigara yakıp bana uzattı. Kalbimin her yerinde onun parçaları vardı. Dilinden dökülen kelimeler saçılmıştı kalbimin heryerine…
İstediğim tek şey duş almaktı. Senden, teninden, kelimelerinden arınmak… Vücudumda,kalbimde bıraktığın lekeyi, kokunu temizlemek  istiyordum, dokunuşlarından kaçmak istiyordum … Ama Gidemiyordum. Boşluktaydım…. Ana rahminde bir bebek gibi savunmasız, kıvrılmış düşüyorum sadece…


17 Kasım 2011 Perşembe

Kendimden Geriye.

Herkesi özendirecek kadar  koskocaman eğlenceli yada büyüleyici bir hayatım yok ki…  Ara sıra terkettiğim ama hasretine dayanamayıp tekrar elime alıp dudaklarımda sonlandırdığım bir sigaram bir de sahip olduğum karamsar yanım var derinliklerde…
Rolling in the deep şarkısını bile zamanlar snra dinleyebildim o kadar yani…. Derinliklere inmek zor ve meşakkatlidir bende… Everest var içimde içe doğru…. İnmek zor çıkmak imkansız gibi…
Orası sanırım benim geri dönüşümsüz alanım… Atıyorsun ve umudunu kesiyorsun. Atıyorsun ve arkana bakmıyorsun. Atıyorsun ve unutuyorsun. Atıyorsun ve kaybediyosun belkide…
Bir amacım olmadı bu hayatta benim. Mutluluğumu yada mutsuzluğumu da çingeneler gbi yaşadım. Bugün bulduysam bugün harcadım. Ertesi günü düşünmedim içlerimde,derinliklerimde… Kimseye sahip olmaya çalışmadım aitlik hele düşünmedim.
Sadece dokunuşlarımda can bulmak için koşuşturdum. Teninin derin vadilerinde uçurtmalar uçurdum gözlerine. Dudaklarından kayıp göğsüne düştüm. Kirpiklerinde saklanıp sol tarafında sobelendim. Hep kendim oldum.
Sigaramı tutuşumda öldüm. Kadehimde gözlerini sununca can buldum. Yani öldüm dirildim. Yani uyudum uyandım. Yani bir yandım bir söndüm. Yani bir ben oldum bir yok oldum.
Dizlerinde uyudum sırtında uyandım. Kasıklarında can buldum bedeninde öldüm. Sırtını döndün nefesim kesildi yüzünü döndün ben oldum. Yani bir yarattın bir yokettin.
Aşık olmadım. Kısa ve öz. Ben oldum sadece. Bir ben oldum bir de sen. Diğer tekil yada çoğul şahısları sildim. Unuttum dilimi. Yuttum. Baktım. Gördüm. Ve gittim… sadece ve öylece gittim… Nerelere mi? Cevabı yok…
Kayboldum… Sanırım hala kasıklarındayım yada hayır çoktan yukarlarda olmalıyım. Ellerinde yada saç diblerinde. Bilmiyorum neredeyim. Kalp atışlarını duyabiliyorum sanırım boynundayım yada kulak memelerinde takılı kaldım.
Son hatırladığım “nefes ver seni içime çekeceğim” demendi. Belkide gizlice sızdım damarlarındayım. Belkide kalbin beni pompalıyordur kan yerine. Beyninde yada parmak uçlarındayımdır. Fırtına sesi var gbi. Galiba ciğerlerindeyim. Ne kadar güçlü nefesin var… Yada gizlediğin fırtınalar mı bunlar içinde kopan? İlerde bir çocuk var. Çökmüş oturuyor. Ses vermiyor inatla. Onu ne zaman öldürdün?
Giderek daha da karanlıklaşıyor burası… Orada kimse var mı?!! Duyan?!

11 Kasım 2011 Cuma

Sahipsiz Mektup.

Uzun zamandan sonra kendime ya da hayallerime yer verip günah çıkartmaktır amacım… Tamamen zararsızım bu yazımda. Zararım kendime her ne kadar göremeseniz de..
               
                Hani kimi zaman yalnızlıktan bunalıp etrafındaki gölgeciklerle avunursun ya öyle bir şey yaptığım sanırım. Hani sevişmezsin aynı yatakta yatırsında… Sadece dokunursun. Dokunarak var olursun ve aynı zamanda yok olursun. Binlerce parçaya bölünürsün karşındaki gözlerinin içine bakarken. Sen misin? Yoksa sen ben misin? Bilemezsin ki? Anlamsızlıklarında anlam ararken daha da bi anlamsızlaşırsın…

                Koklayarak öpersin ya hani. Sanki derin bi nefes çekercesine sigarandan. Ciğerlerine duman yerine o dolar. Heyecanını koklarsın, gözyaşlarını koklarsın, korkularını koklarsın… Belki de kendini koklarsın farkına varmadan. Boğuk bir “ah” çıkar belki ağzından kontrolsüzce. Bu zevkten değil içindeki acının sana verdiği hissin dile gelmiş halidir.

                Ne düşünüyor acaba sevişirken insanlar? Neden öpüşürlerken gözlerini açmıyorlar? Doğuştan mıdır bu? Açarlarsa utanıyorlar mı? Ya da sadakatsizce mi oluyor? Neden aydınlıkta sevişemiyor insanlar? Bedenlerinden mi tiksiniyorlar onca el değdiği için yada alışamadılar mı hala onlarla yaşamaya? Neden sohbet etmiyor insanlar sevişirken? Neden hayvan olduklarını o vakit anlıyorlar? Pençelerini geçiriveriyorlar kalbine kalbine?

                Neden dokunarak sevişmiyoruz ki? Düşüncelerimiz ile orgazma ulaşamıyoruz? İlla ki iki bedenin yek pare olması mı gerekli? İlla ki terlememiz mi gerekli? Karşılıklı oturarak boşalmasını istiyorum duygularımın. Kelimelerimi kelimelerinle seviştirmek istiyorum. Omzuna dokunmak istiyorum sadece. Dudaklarına göz kapaklarına burnuna… Sadece kalbine dokunmalıyım yada! Evet evet tam oraya… Senliğine. Kendini hapsettiğin senliğine dokunmalıyım.

                “Gel gör beni aşk neyledi” derken kalbimi açıp göstermek isterim.  Tam orasını boydan boya kesmeni isterim. İyi bir yatak yerine! Acı çektirmeni isterim kalbimi alırken. Fotoğraflarımı çekmeni isterim ruhumun en mahrem yerlerini… kanamasını isterim dudaklarımdan “sen” ile başlayan cümlelerim dökülürken. Sen olmak isterim benliğimde. Ben zaten bendeyim yıllardır. “sen”im eksik biraz. Senliliğim eksik benliliğimde…  Git hadi asıl şimdi başlıyor asıl maceramız… Zaten öyle olmaz mı hep hikayelerde… Biri gider diğeri kalır ve asıl hikaye o zaman başlar…

8 Eylül 2011 Perşembe

Kızlar Çok Üzgünüm...

Sevgili kız arkadaşlarım sizedir bu blogum... Üzülerek bi Celebrity hakkında daha önceden duyduğum ama konduramadığım daha sonrada bir arkadaşımdan duyduklarıma göre bu haberi sizler ile paylaşmak zorunda kalıyorum :) Perez Hilton gbi oldum resmen :)

Genç kızların sevgilisi Jake Gyllenhaal sanırım eşcinsel... Üzülmeyin hemen durun kesin bi yargı yok sadece varsayımlar ve kulaktan kulağa gelen ufak fısıltıar silsilesi... Ama sanırım hayatının filmi olan Brokeback Mountain filminden snra kendisini daha da dışa vurdu bu arkadaşımız :)

Kızlar siz yine de üzülmeyin bisexual olma ihtimali de var...Nasıl olsa günümüz trend'inde sonradan cinsel tercih değiştirmeleri... Belki bu da onlardan birisi olabilir...

Gay arkadaşlar sizde hemen panik yapmayın edebiniz ve adabınızla oturun eteklerinizi toplayıp,agzınızın kenarındaki salyaları da silin bi zahmet...

Herneyse bende size ufaktan bi kaç fotosunu paylaşayımda sizde bi ilgilenin o zaman :))

PS: Resimlere bakıp ne var canım illa 2 erkek foto cekince gay etiketi yapıştırmamız anlamına mı gelmeli demeyin... İnceleyin,mimiklere gözlere ve Sevgili Jake'in tavırlarına falan dikkatt...

Sevgiyle... :)




31 Ağustos 2011 Çarşamba

Heyy Sende Varsın Burda...




Hani bazen herkes her şey sussun çıt bile çıkmasın istersin ama o sessizliğin çığlığında başına ağrılar girer demekki oymuş yalnızlık lugatta… Şarkılara anlamlar yüklersin. Gereksiz hüzünlere dalarsın. Gidersin geri gelmezsin… Yazarsın 2 saniye sonra önemini yitirir silersin.. kağıdı yırtar kalemi kırar atarsın… İstemezsin kimseler bilsin kimseler duysun… Güçlüsün ya Erkeksin ya adamsın ya kaldıramazlar gözündeki tek bi damla yaşı… Ağır gelir onlara güler geçerler… Sadece görünen yüzüyle ilgilenir insanlar kaf dağının. Buz kısmına pek bakmazlar… Nasılsa benim gemim çarpmaz diyip dönüverirler arkalarını… Bilmezler ki dönmeleriyle o soğuk ıssız tarafına giderler aslında geri geri… Gülersin önce yüzlerine sonra bir daha gülersin… Zaman zaman da acırsın… Acırsın onların ikili yalnızlıklarına… Yanındalar ama yoklar… ordalar ama uzaktalar… uzansan dokunursun elinde külleri kalır… düşünürsün ama bulamazsın… Ordalar ama boşluktalar… ordalar ama yoklar… Ordalar ama ölüden farksızlar….

Geceleri ilk önce korkarsın yalnız uyumaya… Dualar edip sığınırsın tanrıya… Benim gbi belki Simpson’ları düşünürsün… tebessümle uyursun… yastığına sarılırsın anneni düşünürsün… ağlamazsın hiçbir zaman ağlayamazsın… Gece seni izler çünkü pür dikkat… bi açığını kollar o da diğerleri gbi… Rengi gbi örtmez tüm zayıflıklarını güneş gbi yüzüne vurur… Gün bile daha mert daha dürüst…. Unutturur eğlendirir güldürür. Ama gece kalleş nankör….

Saçmalarsın bazen. Gülersin gecersin.. yazarsın bozarsın… içersin sıçarsın!! Ama hiçbir zaman kendin olamazsın! Seni sen yapan değerleri kendin yaşarsın…

Sanırım uyumalıyım… gece hatalarımı yüzüme vurmam için beni bekler dört gözle dostlar… İyi geceleriniz olsun sizin… Melankoliğim bugece affola…

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Amy Winehouse



Ardından milyonlarca kelime yada methiye düzmeyeceğim... Amam huzur içinde uyu hırçın kız... Şu anda ruh halimi anlatan şarkınla sesleniyorum sana... meleklerle kal...  
i gonna miss you..




BACK TO BLACK



He Left No Time To Regret
Kept His Dick Wet
With His Same Old Safe Bet
Me And My Head High
And My Tears Dry
Get On Without My Guy
You Went Back To What You Knew
So Far Removed From All That We Went Through
And I Tread A Troubled Track
My Odds Are Stacked
I'll Go Back To Black

We Only Said Good-bye With Words
I Died A Hundred Times
You Go Back To Her
And I Go Back To.

I Go Back To Us

I Love You Much
It's Not Enough
You Love Blow And I Love Puff
And Life Is Like A Pipe
And I'm A Tiny Penny Rolling Up The Walls Inside

We Only Said Goodbye With Words
I Died A Hundred Times
You Go Back To Her
And I Go Back To

Black, Black, Black, Black, Black, Black, Black,
I Go Back To
I Go Back To

We Only Said Good-bye With Words
I Died A Hundred Times
You Go Back To Her
And I Go Back To

We Only Said Good-bye With Words
I Died A Hundred Times
You Go Back To Her
And I Go Back To Black...

19 Temmuz 2011 Salı

Acabalar,Keşkeler,Ben Olsaydımlar....

                  Her insanın en başlarda hep bir "Acabası" vardır muhakkak... Gerek ev alırken gerek işe başlarken gerekse bir ilişki isterken... Kabul etmesede dile getirmesede hep bir "acaba" geçer beyninin en gizli bir köşesinden...
Acaba nasıl olur?
Acaba kim ne der?
Acaba başarabilir miyim? diye uzaaaaarr da gider...

                    Zaman sonra pişmanlıklar yada yanlışlıklar kol vermeye başladığı zaman ise "Keşkeler" yerini alır "Acabaların". Zehir gibi bir kelime Keşke! Bana göre bir insan keşke dememeli hayatında... Keşkelerin olduğu yerde pişmanlıklar da volta atar cünkü fazlasıyla.... Hep bir adım daha gider o an ne oluyor ise... Daha ileriye daha batağa... Çünkü kendini düzeltmek için bile keşke desen saçmalamaya başladığın andır o an. Hanı var ya meşhur bi deyimimiz S*çtın sıvıyorsun.... Ayyyynneeenn o hesap... Keşke dediğin an sıvamaya başladığın andır s*çtığının bile farkına varmadan...
 Keşke daha çok çalışsaydım!
Keşke daha çok ilgi gösterseydim!
Keşke keşke keşke!! Offff çok fena koktu bu kadar sıvama yeter!!

                       Bir sonraki adım en fena adımdır bana göre insanın ruhundaki aşamada! "Ben Olsaydım..." İşte bunu da söyleyipte hala savunmaya uğraşıyorsan birşeyleri gırtlağına kadar batmışsın demektir ruhundaki çamura!! Çünkü "Ben Olsaydım"lar tamamen bir günah çıkartma cümlesinin yemini çatısı gibidirler... Ya Tanrıyı suçlarlar Tanrı olduğu için yada kendilerini tanrılaştırıp karşısındaki nesneyi kul etmeye uğraşırlar manasızca... Özeleştiriden uzak samimiyetsiz ve luzumsuzdurlar... Ben olsaydım herşey bambaşka olacaktı!! O zaman o geçen zaman içerisinde sen hiçbir zman sen olmadın ve zaten o sahnenin parlayan oyuncusu yıldızı hep sen olmuşsunda biz farkında değilmişiz...
Ben olsaydım herşey farklı olurdu...
Ben olsaydım öyle yapmazdım...
Ben olsaydım da ben olsaydım...

                    O zaman sen olsaydın ben olmazdım!! Beni ben yapan duygularım olmazdı. Benliğim olmayıp senliğim olurdu ve herkesde aynılaşırdı!

                    O yüzden Ben ben olmaktan gayet memnunum... Benliliğimde yemyeşilim... Kardelenlerim var günebakanlarım var... Uçurtmam var yüreğimin en sağlam yerine bağlı!! Göğsümü gere gere uçurduğum...

Acabalarım yok benim eminimkilerim var ağız dolusu...
Keşkelerim yok benim iyi kilerim var kucak kucak...
Ben olsaydımlarım yok benim! Olmadı olmayacakta hiçbir zaman hayatımda...

O yüzden sizlere tavsiyem şudur ki; "Oluruna bırakın... herrşeeyy olması gerektiği gbi olacaktır zaten... Keşkeleri acabaları ben olsaydımları bir kenara atıp rafa kaldırın ki hayatın biraz da olsa karanlık yüzünden pembeliğini görebilesiniz..."

Love you...

1 Haziran 2011 Çarşamba

Bir Yıldız Daha Kaydı(!)

Öhömm öhöööm!

Uzun zamandır terketmiştim sizi. Ama geri geLdim ve yine burdayım ki :)
Bu sefer Cannes'dan bi haber vereceğim sizlere :) Jet-set diyerekten....

Hislerimde yine yanılmadım yanılmıyorumda yanılmayacağımda sanırım. Bugün ki konumuz Ryan Gosling... Hani şu yakışıklı sarışın :) Hatırlamadıysanız işte fotografı....
Eveeeettt anımsadınız değil mi şimdi... --------->


Bu über sexi ve yakışıklı (bana göre) adamcağız son filmin galasında Cannes'da Sevgili(!) yönetmeni ile gayet samimi ve sıcak pozlar vermiştir efendim... Resimlere geçmeden önce belirteyim ki Sevgili(!) yönetmen Kadın değil bir Erkek... Evet işte o pozlar şimdi hazır olun...




 Evet arkadaşlaaaaarrrr... Sevgili bayan arkadaşlarım ikileyebilirler... Ama ilgili arkadaşlar kalıp ilerleyen günlerde devamı gelecektir :) Takipte kalınız efendim :)

Sevgilerimleeeee....

21 Şubat 2011 Pazartesi

Anlamsızlıklarım...

                                                                                                                                                                                     İçim yangın yeri gibi… Geleni de gideni de eksik olmuyor adeta. Dostlarım var kucak dolusu ama hepsi uzakta… Sevenim var sevdiğim var cok yakın ama milyonlarca km uzaklarda…

        Bir ben var içimde ondan nefret ettiğim diğer bi ben var içimde sarıp sarmaladığım başını okşayarak ağladığım çoğu zaman….

          Hayallerim var bir beyin dolusu… Sonu olmayan asla gerçekleşmeyecek canımı yakan türden. Şarkılarım war ağız dolusu ama hiçbir zaman söyleyeceğim biri olmadı için sadece sessizce içimden mırıldandığım.. Umudum wardı bi ara… güvendiğim sonsuzlaştığım içimi rahatlatan… Güvenim wardı bi zamanLar insan denen iki ayaklı yaratıklara…

                     Önceden bir ben vardı bende ki sorma.. Hayat dolu kıpır kıpır yerinde duramayan aksi kıskanç yakışıklı değil ama sevimli bi tipleme! Körkütük aşıktı o bir zamanlar… İstanbul’a aşıktı sevdiceğine aşıktı annesine aşıktı….

                    Küçümencik bir çocuk vardı içinde… Zaman zaman düşer dizlerini yaralardı ama kalkardı… Erkekliğe bok sürdürmeyecek ya kendine göre…

                    Şimdi ise harabeden öte küllerim war artık içimde… Düşüp dizlerini yaralayan çocuk çoktan öldü… yıkık bi enkaz var sönmüş ama küllerinden için için yanan! Gözyaşları var artık! Aktığı yerleri yakan bu ara sadece içime akıttığım… Bir çok bedenim var artık bir çok ruhum.. sıkıldığımda hepsini uçurumdan atıp kurtulabileceğim türden…

                     Alice Harikalar Diyarında yaşadığım ruhum, Zindan Adasında yaşayan bir bedenim oldu en sonunda! Bir türlü birleşemediler… biri mutlu gbi gözükmeye çalışıyor diğeri ise şizofren bedenlerde acı çekiyor…

                  Anlamsızlaşıyor her şey o zaman daha da can yakıyor… akmaya devam ediyor gözyaşları içerimde… sebepsiz amaçsız şuursuzca yaşamaya devam ediliyor bir şekilde…

                   Ama…

                 Anlamıyorum…

                  Bilemiyorum…

                  İçimdeki yangını ne söndürebilir ki?? aşk mı yoksa başka bi beden mi? Esaret mi yoksa özgürlük mü?? Tekila mı yoksa rakı mı?? Varoluş mu yoksa yokoluş mu?? Yaşam mı yoksa ölüm mü?? Karar verebilmiş değilim....

14 Şubat 2011 Pazartesi

St Valentine's Day...

Hmmm... İnce bi kavram bugün sanırım... Ne doğum gününe benzetebiliyorum ne de yılbaşı ne de diğer özeL günlere... Kimine göre para tuzağı kimine göre gereksiz bir gün olarak gözüküyor... Bence önemli her ne kadar inkar etsem de :)

Bu gece asLında yıllar öncesinden cok güseL planlamıştım... Şık bir yemek birer kadeh şarap eşliğinde süslemekti amacım.. Ama geL gör ki kader denen illeti ağlarını örmekte gecikmiyor her zmanki gbi :) Olsun sorun değil... Alıştım ben o süprizlere... Her özel günde olduğu gbi bu gün de de yaLnız olucam... Sorun değil... Herneyse...

Bu gece çıkıp güzeL bi yerde yemeğimi yiyip şarabımı içeceğim tabiki.. Neyim eksik ki?? İçimdeki sevgili yeter bana :)

Yanlızlık zaman zaman can yaksa da güzeL bi duygu kimi zamanda... Aslolan sağlık huzur...

Bu düşünceler benim mi yoksa kendimi mi kandırıyorum henuz emin olamadım ama onları sahipleniyorum gitgide :) GüzeL olurdu tabiki Sevgilinin koynunda sabahlamak geceyi ufak bi öpücükle sonlandırmak sokakta el ele yürümek vs. Ama olmayınca da olmuyor zorlamanın bi manası yok...

Herşeye rağmen hayat güzel güneşli günler tüm hak edenleri bekler diye de tekerlememsi bi saçmalıkla sonlansın bu blog'da... ne farkeder :)

Hepinize Happy Happy Valentine's Day ve Night diliyorum sevgili arkadaşlarım... Benim yapamadıklarımı lütfen bizzat siz yapın :)

11 Şubat 2011 Cuma

Unknown Emotions...



SON DEFA
Nasılsın nasıl gitti?
Alıştın mı sen de?
Rahat mısın artık İstanbul'da?
Evlenmişsin, nasıl oldu?
Bulabildin mi sonunda?
Hep anlattığın o meşhur huzuru

İyiyim ben
Hep aynı şeyler işte
Uyku hapları
Yalan dolan gülümsemeler

İyiyim ben
Hem sen tanırsın beni
Ne yapsam ne söylesem
O geç kalmışlık hissi

Son defa görsem seni
Kaybolsam yüzünde
Son defa yenilsem sana
Hiç anlamasan da
Son defa benim olsan
Uyansam yanında.

İnan pek yeni bir şey yok.
Biraz yaşlandım tabi
Seyrekleşti biraz saçlarım

Bir bitmeyen gece bıraktın
Ve üç nokta düşürdün
Belli etmedim ben pek, tenhalaştım

31 Ocak 2011 Pazartesi

Anne Ben Modacı Oldum...

Evet bunu da yaptırdı Sayın Çok Kıymetlimiz Seren Serengil... Bilmem kaç hafta önce çıktığı sanırım Beyaz Show'da GAY modacılara vermiş veriştirmiş... Ne kadar sıradan ve alelade bi davranış... Ardından da eklemiş yok giydiğim kostum 8,500TL ayakkabılarım LV 2,500TL takılarım bilmem kaç TL.... Hiç yakıştıramadım kendisine bu ben zenginim süperim bu kadar kıymetli giyiniyorum sizin ne HADDİNİZE beni eleştirmek gbisinden havalarını...

Şu ana kadar bnce ele avuca gelen bi projede yer almamıştır kendisi... Kanımca Babası saygıdeğer Öztürk Serengil'in ününün ve itibarının gölgesinde kalmıştır...

Son imajını ben beğenmedim beğenen de yalancıdır kanımca... Bi ara magazin programlarında kendisinin hiç bir masraftan kaçınmayıp çektiği video klip için çok merak uynamıştı içimde.. Video yayınlandığında sanırım ilk 35 saniye içinde değiştirdim kanalı... Cazip geLmedi... Şöyle dans eğitimi aldım böyle danscılar geLdi su kadar dans ediyorum dedi ama hiç dans edememiş... Yazık verdiği paraya bana göre...

Ayrıca Gaylere laf atıyor ama etrafında acaba hiç gay yokmu Seren Hanım'ın çok merak ediyorum... Var biliyorum!!! Acaba onlara nasıl bir açıklama yaptı onu da gayet merak ediyorum... Yada yaptımı o da war!!

Herneyse daha fazla dallanıp budaklandırmadan ve hırsımın kızgınlığımın peşine düşmeden sizi eğlenceli bir oyunla baş başa bırakayım ne dersiniz??

ARADAKİ 7 FARKI BULUN...


Kalabalık Yalnızlığım...

Kalabalık yalnızlıktır şu anda benim yaşadığım aslında... Acımı sere serpe değilde mutluymuşum gibi göstermekmiş dün gece anladım... Bi şarkı duydum sanırım hazır bombaymışım bende akıverdiler yerinden kuralsızca... ağladım yalan yok hüngür hüngür hemde... Utanmadım... Ağladığım zaman insanlığımı hatırlıyorum çnkü...

Acımı derdimi bastırabilmek için Dostlarımla görüşüyorum deli gbi içiyorum en gürültülü ve en kalabalık yerleri seciyorum kendimi kandırabilmek için... Kanıyor muyum?? Anlık olarak EVET!!! Ya yalnız kaldığımda....

Dün gece ne gariptir ki çift kişilik yatağımda sağ tarafta kıvranıp uyuduğumun farkına vardım yan geLip hayvan gbi çaprazlamasına yada yayılma şansımın olmasına ragmen... Alışımışım herhalde sağ tarafıma dönüp birinin beni sarmasına.... Gözlerimi kapadım hayal ettim yoktu kimse... 3 gündür rüyalarımda yalan yok... çok kısa anlık görüyorum... yatağımın başına oturuyor her zamanki gbi dolu ve sevecen gözleri ile hafif gülümsemesiyle saçlarımı okşuyor hissediyorum gerçek zannedip gözlerimi açıyorum yok oluyor yenine yumruk gbi bir acı sol tarafıma oturuyor... Ağlamak istiyorum boğazım düğümleniyor...

Geçicek herşey gün gelip bu da biticek bu süreçte hatıralar kütüphanemde yerini alacak... Sonsuzluk diye birşey yokmuş sadece bunu öğrendim... Daha doğrusu sonsuzluğa inandığım kişinin hayali ile sonsuzluğu yaşayacağım sonsuza kadar sanırım... geçip gidicek bu da... geriye yürek acısı kalıcak beLki... verilmiş ama tutulmamış olan bir söz her zaman yazılmış ama gitarıyla ve sesiyle can bulmamış şarkılar ve hiçbir zaman bana alınamamış bi dal çiçek olarak kalıcak hatıralarımda...

Yazacak kelimelerim boğazımda düğümlendi... Daha da yazarsam ağlamaya dönücek! Bu kadar blog yeter...

25 Ocak 2011 Salı

Gözyaşlarımın Tadı aynı...

Bu blogumu anneme hitaben yazmak istiyorum....

Annecim mis kokan annecim... Tüm kahrımı kederimi çeken anacım benim... Nası ihtiyacım var sana anlatamam... şu buz gbi odamda yalnız değilde boyuna sarılıp ağlamayı nası isterdim kimse tahmin bile edemez....

Hatalarımı affedip hiç yargılamadan kabul eden kadın... En özelimi açtığımda bile beni yadırgamayan tek warlığım... Git yerine senin için ne yapabilirim diyen anneemm... nası özLEdim kucağını bilemezsin... yapma dediğin hataları yapmama ragmen affettin beni anam...

Ben sana sırtımı dönüp bildiğimi okudum... ama biliyorum ki gözün hep üstümde oldu... Yanımda ol anne... sarıl bana birlikte ağlayalım...

Demin şarkımızı dinledim... Candan söyledi ben ağladım... ağlıyorumda... Kimsenin umrumda bile olmak istemiyorum anne... çekip gitmek yok olmak istiyorum sadece bu dünyadan... günahsa günah sevapsa bana sevap... ama bağlıosun beni bu dünyaya inadına!! ne kendimi ne başkasını düşünüyorum... Seni yıkmak istemem tek korkum tek çaresizliğim...

yine Candan Erçetin kulağımda annem...

Annem sen benim yanıma kalansın diyor ben ağlıyorum....