15 Aralık 2011 Perşembe

Özledim.

Bugün günlerden “Özlem” miş… Takvimden baktım. Hafızam sende kalmış olmalı ki günlerin ucunu kaçırdım. Bilirsin zaten bir gitti mi zor yakalıyorsun bir daha…
Dün gece yatakta kendimi düşünürken yakaladım uzun zaman sonra. Ya düşünüyordum kendime çaktırmıyordum ya da işime gelmiyordu algılamak. Günah çıkartırcasına düşünüyordum hem de. Özleyerek düşünüyordum. Anarak düşünüyordum. Gözlerimi açmadan sımsıkı düşünüyordum. Gözlerimi açtığımda kaybolacaksın zannediyordum galiba. Yada bir yerlere gideceğini zifiri karanlıkta.
Hani kibrit kutusundan bir çöp çıkartır yakarasında diğer kardeşleri üzülüp ağlarlar ama sana çaktırmadan sırasının gelmesini beklerler. Kutu kapandığındaysa hele ki birde yanan çöpü içerisine koyduysan ona sarılıp ağlarlar hem de usul usul. Neden yanmaz sanırsın bazen kibritler? Nemlenirler gözyaşlarıyla.
Yada kapağı çıkarılan kalemler neden sürekli masadan düşer bilir misin? Kapaklarını özledikleri için. Onsuz eksiktirler ve elinden gelen en güzel intiharı yaparlar. Belki de ilgi çekerler alırsın kapağını takıp yerine koyarsın. Ya diş fırçalarının macuna olan aşkını bilir misin? Onunla köpürüp coşmasını? Ya klavyenin Mouse olan aşkını? Yada gözlerimin gözlerine olan özlemini anlatmama gerek var mı?
Yıllar evvel bana alınan oyuncak ayımı kaybettiğim gün ki gibi özledim. Çocukluğum gibi özledim. Benliğim gibi özledim. Yokluğum gibi özledim. Emziğimi sobaya attığım gün ki gibi özledim kimselere çaktırmasam da
Hayret ki ruhumun derinliklerinde sakladığım bir şey yok. İçimdeki neyse dilimde ki de o bu aralar. Yada tam tersi.
Amy Winehouse’un “Wake Up Alone” şarkısı gibiyim sanki. Kırık ufak tefek nefret dolu ne yapacağını bilemez hüzünlü tanımsız sessiz çığlıklarla dolu. “He swims in my eyes by the bed” derken bile şarkıda gözlerimi kapatıyorum yüzdüğün özlem denizin dalgalanmasın diye.
Beş harflik bir kelime şu aralar baş tacım. Evimin en güzel köşesinde yeri. En güzel tabloma baktığımda o var. Yatağa girdiğimde onunla sevişiyorum. Onun üzerine cümleler kurup onunla orgazm oluyorum. Boşaltıyorum içerimdeki seni… Onun dudaklarını öpüp ona aşk cümleleri kuruyorum.  
Aslolan ne biliyor musun? Aslolan sensin aslolan özlemin aslolan çekik gözlerin aslolan incecik öpmeye kıyamadığım dudakların aslolan kısacık saçların… Aslolan senin toplamın… 
Ve biliyorum ki yarın yine sensizliğe özlem dolu bir gün bekler beni. Ve yine biliyorum ki yarın günlerden yine “Özlem…” yine aynı hüzün dolu yine aynı tantana…

Kaç Kere Kaç.

Siyah beyaz filmler gibiyim bu aralar… Dalga dalga atlayan görüntülerle kaplı… Hafif cızırtılı az karıncalı birazda bulanık. Sesler yarım yamalak, nostaljik…
Arkada Edith Piaf sarkıları dönüyor sanki hissediyorum…  Usul ve narin bir şekilde fısıldıyor adeta kulağıma… “Quand il me prend dans ses bras ,Il me parle tout bas,Je vois la vie en rose dalıp gidiyorum usulca hayallere….
Söylediği gbi pembe hayat varmıydı ki? Pembenin her tonu olabilecek. Tıpkı kendi sesi gibi naif, kırılgan ama bir o kadarda kararlı bir hayat?
Kolay mıydı ki o kadar istediğin hayata dönmek derken tokat gbi çarpıyordu sözlerini suratıma…
Cest toi pour moi, moi pour lui dans la vie, Il me la dit, la juré pour la vie…
Gerçekten öylemiydi… Hayatta benim için o,onun için ben diye yeminler varmıydı?
Tüm aşklar Fransızca yaşanınca mı değerliydi yada daha romantik? Yada aşkın bir dili varmıydı? Aşıkken Fransızca bilmesen bile aşk şarkılarını anlayabiliyormuyduk? Anlayamıyorsak neden dalıp gidiyorduk O “Et dès que je l'aperçois Alors je sens en moi” diyince?
Komplike hayatlardan kurtulup evrensel bir dilmiydi aşk? Yada bir pastanın dilimi? Yada bir elmanın çekirdeği veya portakalın kabuğu?
Neden bir kefeye koymak bir sınıfa sokmak zorundaydık ki bunu? Özgür bırakmayıpta her seferinde kalbimize mi hapsetmek zorundaydık ki? Kuş kafes hikâyesindeki gibi…
Özlediysek neden sitem mesajları yerine aşk destanları yazmadık? Yoksa artık onlarda mı klişeleşti tarihin tozlu raflarında? Artık trend bumuydu? İki gün oynaş savur aşk dilindeki tüm kelimeleri sonra çek git. Kayıp…
Bir bedende kaç kişilik ruha yer vardı? 2-3-5? Kaç tane yüze yer vardı dimağda? Severek bakabileceğin, içini titretecek, dokunmaya kıyamayacağın bir yüz?
Cebindeki kelimeleri umarsızca savuracağın kaç benlik vardı? Aşk şarkıları fısıldayabileceğin kaç kulak yada? Girip çıkabileceğin içini hunharca dağıtıp gidebileceğin kaç kalp? Kadehinden şarap içebileceğin kaç dudak? Derinlerine bakıp kaybolacağın kaç gözbebeği? Kendini görebileceğin kaç beden vardı ki?
Sırtını düşünmeden dönebileceğin, zehirli sarmaşık gibi değilde şefkat dolu bir göğüsle yatabileceğin kaç vücut? Okşayabileceğin kaç tel saç vardı ki?
Tutup gezebileceğin kaç el yada yaslanıp ağlayabileceğin kaç omuz vardı ki geriye kalan? Ne kadar yaşam vardı aslında gezilmeye değer?
Boşver sen kulak ver şarkıma…                                                                         
Et dès que je l’aperçois. Alors je sens en moi. Mon coeur qui bat. Des nuits d'amour à plus finir. Un grand bonheur qui prend sa place. Les ennuis, les chagrins s’effacent. Heureux, heureux à en mourir
**Fransızca kısımlar Edith Piaf-La Vie En Rose şarkısından alıntıdır…

1 Aralık 2011 Perşembe

Zamanın Ötesinde Birine.

Bugün günlerden yine “Sen” sin… Ne Çarşambanın gidişi umurumda ne de davul zurna ile gelen Cumartesi… 
Kim bilir bunu sana ne zaman vereceğim okuman için.  Sanırım yeterli cesareti ne zaman bulursam kendi içimde o zaman. Devrik cümlelerim olacak yine totalinde. Can Yücel tarafım kabaracak kimi zamansa. Ama içeriği hep sen olacak biliyorum taaa en başından.
Yaralı kalbine kırılmış ruhuna merhem olacağım belki tamamlanmamış dokunuşlarımla kendi yaralarımı unutup. Yine kaçak bakışlar atacağım gözlerine utanarak… Utandığım zaman kıpkırmızı oluyorum ama insanlar hala benim gibi birinin nasıl olurda utanabilir olduğuma inanamıyorlar zaman zaman. Sanırım yüzüme taktığım yüzlerce maskelere alışkın olduklarından.
Belki bir ilişkiye hazır değilsin ya da istemiyorsun. Korkma durumumuz farklı değil. Bende henüz emin değilim. Aynı taraftayız yani kantarda. Tek hissettiğim bir şey var o da seni gerçekten yanımda istemem.  Gördüğüm en son yüz senin olsun gece yatarken uyandığımda gördüğüm ise yine senin yüzün. Sen bakmasan da olur. Uyuyabilirsin yani J
Romantizm falan sağlama bana. Sadece yanımda dur. Maç izleyelim sohbet edelim sarhoş olalım sevişelim duş alalım birlikte.
Ruhlarımız sevişsin biz uyurken. Gözlerimiz öpüşsün birbirimize bakarken. Dokunmasak da olur birbirimize. Aynaya baktığımda sen belir zaman zaman. Ben duş alırken sen tıraş ol yanımda. Köpük savaşı yapalım evde sonra da ortalığı temizleyelim yine birlikte.
Sokakta el ele yürüyelim. Sen elini çek ben yakalayayım. Sen ağla ben sana mendil vereyim sen gül ben gülistan olayım. Sen sen ol ben zaten karışırım sana. Camlara taş atıp kaçalım balkonda yıldızları sayalım. Şarap içelim yine birlikte. Ardından tatlı yiyelim kusalım. Ama sen ol kendin ol. Maskelerini kalkanlarını bir yerde bırak.
Sigara saralım. Evin içinde dans edelim. Varsın sevgili olmasın adımız. Biz olsun. Sen olsun ya da. En yakışanı bu olur galiba.
Farklı dünyalarda yaşamayalım. Gezegenlerimiz olmasın. Yörüngesinden çıkan göktaşları uğramasın ülkemize. Milletimiz bayrağımız dinimiz dilimiz olmasın. Sen ol sadece. Ben uyarım sana. 
Kapıları kapatmayalım hiç. Varsın buz kessin evimiz. Sarılarak donalım Ayrı ayrı üşümektense.  Farklı gözyaşlarımız olacağına bir aksın gözlerimiz. Bir sen ağla ben beş ağlarım.
Farkındalığımız ve farklılığımız olsun boy boy. Koşuştursunlar bahçede.
Her şeyi boş ver… Dediğim gibi sen ol. Ben her şekilde karışırım sana. İster buz ol isterse buhar….